Bu nedenle, ellerimi senin üzerine koymamla Tanrı’nın sana verdiği armağanı alevlendirmen gerektiğini hatırlatıyorum. Çünkü Tanrı bize korkaklık ruhu değil, güç, sevgi ve özdenetim ruhu vermiştir. (2.Ti. 1:6-7)
Martin Luther, 1505 yılının temmuz ayında, genç bir hukuk öğrencisi olarak okuduğu Alman üniversitesine doğru yürürken bir fırtınaya yakalandı. Eve varmadan önce şimşek o kadar yakınına düştü ki, onu yere yıktı. Ölümün gerçekliği onu kendine getirdi ve korkuyla “Azize Anna, bana yardım et! Yaşarsam, bir keşiş olacağım!” diye bağırdı. Yeminine sadık kalarak hukuk okulundan ayrıldı ve ölüm korkusundan sığınak bulma umuduyla bir manastıra katıldı.
On beş yıl sonra, farklı bir insan görüyoruz. Artık korkuyla sinmeyen Luther, Protestan Reformunda önemli bir önderlik rolünü üstlendi. Müjde uğruna bir konseyin önünde duran cesur bir adama dönüştü. Kutsal Roma İmparatoru’nun gazabı üzerinde olduğu ve ayrıca öğretilerinden vazgeçmediği sürece kazıkta yakılma tehdidi olduğu halde, Luther şöyle karşılık verdi: “Rab korkusunda yürümek zorundayım… vicdanım Tanrı’nın Sözü’ne tutsaktır. Hiçbir şeyden vazgeçmem ve vazgeçmeyeceğim, çünkü vicdana karşı gelmek ne güvenlidir ne de doğrudur. İşte burada duruyorum. Başka bir şey yapamam.”
Tanrı korkaklık değil, cesaret ruhu verdi!
Luther’e benzeyen çarpıcı bir duruşla yüzleşmek durumunda kalmayabiliriz ama Luther’in yaşadığı değişim her Hristiyan için geçerlidir. Pavlus, genç yaşta olan ve ürkeklik eğilimi olan Timoteos adlı pastörü teşvik ederken, bu değişimi tanımlıyor. Bugünkü metnimizi tekrar okumak için vakit ayırın. Korkuyla savaşımızda “Ben böyleyim işte; yapım böyle” diye düşünmek ve kendimizi korkuya ve kaygıya teslim etmek gibi bir ayartıya kapılabiliriz. Ancak siz böyle değilsiniz! Eğer Mesih’teyseniz, yeni bir yaratıksınız! Tanrı size korku değil, cesaret ruhu vermiştir. Size güçlü cesaret, sevgiyle dolu cesaret ve öz denetimli cesaret ruhu vermiştir.
Pavlus’un, bu Tanrı vergisi cesaret için kullandığı tasvir bir alevdir. Kendimizi cesur hissetmediğimiz zamanlarda, Tanrı’nın bizim kimliğimizle ilgili söylediği gerçeğe inanmak zor olabilir. Sanki cesaretimizin fitili sönmek üzereymiş gibi gelebilir. Cesaretimizin zayıf korunu Tanrı’nın Sözü’ne derin bir şekilde dalarak kükreyen bir ateşe çevirebiliriz. Tanrı’nın karakterini ve ne kadar büyük olduğunu gördüğümüz yer burasıdır. Cesaretimiz kısa sürede tekrar alevlenir.
Düşünün: Kendinizi nasıl görüyorsunuz? Duyguların, durumların ve korkunun mu kimliğinizi tanımlamasına izin veriyorsunuz? Yoksa Pavlus’un da sizi teşvik ettiği gibi, sizinle ilgili gerçeği Tanrı’nın Sözü’nün tanımlamasına mı izin veriyorsunuz?
Düşünün: Michael Reeve, Unquenchable Flame (Söndürülemez Alev) adlı kitabında, Luther’in Tanrı vergisi cesareti nasıl alevlendirdiğini açıklıyor: “İlgili bir Kutsal Kitap ayetini duvara, bir mobilyaya ya da elinin altındaki bir şeye yazarak kuşkularıyla savaşırdı… İç varlığında sadece günah ve kuşku olduğunu bilirdi. Bütün umudu kendisinin dışında, Tanrı’nın Sözü’ndeydi. Tanrı’nın huzurundaki güvenliği, nasıl hissettiğinden ya da ne kadar başarılı olduğundan etkilenmezdi. Böylece, kuşkuyla yüzleşirken teselli için kendi içine bakmaz… bunun yerine gözlerini bu değişmez, dışsal sözde tutardı.”
Harekete Geçin: Gözlerimizi Tanrı’nın Sözü’ne odaklamanın bir yolu, Kutsal Yazılar’ı ezberlemektir. Ezberlemek, Tanrı’nın Sözü’nü yüreklerimizde saklamamıza, böylece bulunduğumuz her yerde çabucak aklımıza getirmemize yarar. Bir başlangıca mı ihtiyacınız var? 2. Timoteos 1:6-7’yi zihninize yazın.
Yazar: ZACH SCHLEGEL